Üniversitelerimiz neden toplumun ihtiyaçlarına cevap veremiyorlar, neden iş dünyasının istediği mezunları yetiştiremiyorlar, neden yeni girişimler çıkaramıyorlar, neden dünya sıralamalarına girebilecek seviyede araştırma üretemiyorlar?
Liyakat
İdeal üniversitede her pozisyonda en başarılı olacağı düşünülen kişiler görevlendirilir. Üniversitenin küresel başarı tanımı da nettir ve tartışma götürmez.Hem yönetici hem de öğretim üyesi atamalarında liyakat esas olmalıdır. Atamalar için kriter kimlerden olduğunuz ve kime hizmet edeceğiniz olmuştur.
Prof. Dr. Engin Karadağ, Türkiye’deki rektörlerin akademik çıktılarını incelediği makalesinde tam 68 rektörün Web of Science veritabanına kayıtlı hiçbir makalesinin olmadığını belirtti. Kanımca bu bir skandaldır: Ülkemizdeki üniversitelerin üçte birini, ülkemizde ve dünyada saygın üniversitelerde öğretim üyesi olarak bile atanamayacak seviyedeki kişiler yönetiyorlar. Anlaşılan rektörlerin atanmasında liyakat kriteri kullanılmamış.
Rektörlük pozisyonu siyasi bir pozisyon değildir. Amaç bilgi üretimi ise işi ehline teslim etmek gerekir.
Özgürlükler
Bilimsel araştırmanın temelinde akademik özgürlük vardır. Akademik özgürlüklerin kısıtlandığı bir ortamda üniversite toplumun sosyal, ekonomik ve teknolojik sorunlarına çözüm üretemez ve yüzeysel konularla ilgilenen bir meslek edinme kurumuna dönüşür. 21. yüzyılda başarı için gereken yaratıcılık, inovasyon ve eleştirel düşünme becerileri akademik özgürlüklerin baskılandığı ortamlarda gelişemez ve gelecekte ülkeyi yönetmesini beklediğimiz gençler üniversiteden eksikli olarak mezun olurlar. Akademik özgürlük olmadan üniversiteler ne profesyonel ne araştırmacı ne de girişimci yetiştiremez ve topluma karşı görevlerini yerine getiremezler.
Otonomi
Üniversitenin otonomisi üç boyutta tanımlanır: İdari otonomi, finansal otonomi ve akademik otonomi. Maalesef bugün Türkiye’deki üniversitelerin hiçbir boyutta otonom olduğunu iddia etmek mümkün değil.
İdari otonomiye bakacak olursak, rektörler paydaşlara danışılmadan doğrudan Cumhurbaşkanlığı tarafından atanıyor. Paydaşlar arasında merkezi yönetimin yanında öğrenciler, öğretim üyeleri, mezunlar, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimler bulunuyor, fakat bu paydaşların rektör atanmasında söz hakkı yok.
Finansal otonomiye gelecek olursak, üniversiteler bütçelerinde kalemler arasında aktarma yapma yetkisine sahip değil. Sene içinde ortaya çıkacak ihtiyaçlar veya kurdaki oynamalar büyük bir sorun yaratıyor. Finansal otonomisi daha yüksek olan vakıf üniversitelerine bile birçok kısıt getirilmiş.
Akademik otonomi belki de en sorunlu taraf Üniversitenin, bırakın fakülte açmayı, program açma ve kontenjan belirleme yetkisi bile yok. Programın adını belirlerken bile kılavuzdaki isimlerden birini seçmek zorundasınız.Merkezi sistem nedeniyle üniversite tabii ki kendi öğrencisini seçemiyor. Bunun yanında birçok programda son derece tartışmalı olan baraj uygulamaları var. Çıktı kontrolü yerine girdi kontrolü yapmaya alışmış ülkemizde bu pek yadırganmıyor ama barajlar aslında eğitim verme ve alma özgürlüğüne getirilen bir kısıt.
Finansman
YÖK’ün 2020 Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu’nda tüm üniversitelerle ilgili detaylı bilgiler mevcut (fakat veriler 2018 yılından). Bu rapor, yükseköğretim sistemimizin en büyük sorunlarından birini net bir biçimde ortaya koymuş:
Kaynak yetersiz.
Bu raporda dikkat çeken diğer konular şöyle:
- Üniversiteler büyük ölçüde merkezi bütçeye bağımlı. Merkezi bütçe dışı gelirlerin bütçeye oranı sadece yüzde 7.5.
- Hastanesi olan 42 üniversiteden 34 tanesinin hastanesi zarar ediyor. Bu ciddi sorun üniversiteleri merkezi bütçeye daha bağımlı hale getiriyor.
- Ar-Ge harcamaları bütçenin yüzde 4’ünü oluşturuyor. 20 üniversite hiç Ar-Ge harcaması yapmamış!
- Bütçesinin yüzde 1’inden fazlasını yayın alımına harcayan üniversite sayısı sadece 21.
Öğrenci başına yapılan cari harcamalar hem düşük hem de büyük farklılıklar gösteriyor. En çok harcayan üniversite öğrenci başına 97 bin TL harcarken, en az harcayanlar 3 bin TL harcıyorlar.
Akademisyenler
Üniversiteyi üniversite yapan büyük ölçüde akademisyenlerdir. Bu alanda da ciddi sorunlarımız bulunuyor. 2019 YÖK raporuna göre ülkemizde örgün öğretimdeki öğrenci sayısı 3.887.682. Öğretim üyesi (yani profesör, doçent ve doktor öğretim üyesi) sayısı ise 76.545. Dolayisiyla öğrenci-öğretim üyesi oranı 50.8. Öğretim görevlilerini de dahil ettiğimizde ise öğrenci-öğretim elemanı oranı 34.7 oluyor. US News & World Report’a göre, ABD’deki ortalama oran 16. Avrupa’da da yükseköğretimde benzer oranlar görülüyor. Yani öğretim üyesi sayımız çok yetersiz.
Araştırma
Akademisyenlerimiz iki ana işinden birisi olan araştırma üretme konusunda oldukça başarısızlar. YÖK’ün 2020 Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu’na göre öğretim elemanı başına uluslararası endekslere giren dergilerde sadece 0.314 yayın (yani üç kişi başına bir yayın) yapılmış.
Akademisyenlerimizin araştırma çıktılarındaki zayıflık, büyük ölçüde araştırmaya dayanan dünya üniversite sıralamalarında da kendini gösteriyor. 2016 yılında Times Higher Education’ın (THE) dünya üniversiteleri sıralamalarını değerlendirdikten sonra şöyle yazmıştım:39 “Görünen o ki, 2016’dan sonra üniversitelerimiz THE dünya üniversiteleri sıralamasında yukarılara tırmanmakta zorlanacaklar ve belki de sadece yöresel sıralamalarda veya genç üniversite sıralamalarında kendilerine üst sıralarda yer bulabilecekler.” Maalesef böyle oldu ve son sıralamada ise bırakın ilk 200’ü, ilk 400’e giren üniversitemiz bile yok.
Öğrenci Memnuniyeti
Eğitimde önemli olan bir faktör de öğrenci memnuniyeti. Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr. Engin Karadağ ile Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cemil Yücel’in kurduğu Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı tarafından 2016’dan beri yapılıyor. 2019 araştırması için 123 devlet ve 65 vakıf olmak üzere 188 üniversitede öğrenim gören 35.715 öğrenciyle anket yapılmış ve üniversitelerdeki öğrenci memnuniyeti altı kriter le değerlendirilmiş: 1) Öğrenim deneyiminin tatminkârlığı 2) Yerleşke ve buradaki yaşamın doyuruculuğu 3) Akademik destek ve ilgi 4) Kurumun yönetim ve işleyişinden memnuniyet 5) Öğrenme imkân ve kaynaklarının zenginliği ve 6) Kişisel gelişim ve kariyer desteği.
Üniversitelerde kullanılan harf notu sistemiyle yapılan değerlendirmede ortalama memnuniyet notu geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da sadece D.188 üniversiteden sadece 14’ü A+ ve 17’si A alabilmiş; yani öğrencilerin beklentilerini üst düzeyde karşılamış. Öte yandan, üniversitelerin neredeyse üçte biri (42 devlet ile 16 vakıf üniversitesi) FF seviyesinde, yani sınıfta kalmış.
Kontenjanlar
Ülkemizde yükseköğretime ulaşım son yıllarda epey kolaylaştı. Son 30 yılda kapasite 20 misline çıktı, fakat kalite bu artışa ayak uyduramadı. Sadece 2006-2010 arasında tam 80 yeni üniversite açıldı. Üniversitelerin lisans kontenjanları her yıl artarken, talep son yıllarda bariz bir şekilde azalmaya başladı. Amacın üniversiteye alınan öğrenci sayısını en yukarıya çıkarmak değil, girenlere kaliteli eğitim verip onları geleceğe hazırlamak olduğunu göz önünde tutarak sistemin revize edilmesi gereklidir. Dünyadaki değişimlerin dikkatlice değerlendirilip üniversitelerdeki programların gençlerimizi ve ülkeyi geleceğe hazırlayacak şekilde yeniden yapılandırılması gereklidir. 30 sene öncesinin programlarıyla 30 sene sonrasını kurgulayamayız. 21. yüzyılda eğitimin amacının öğrencilere içerik yüklemek değil, onların beceri ve yetkinliklerini besleyip hızla değişen dünyaya adaptasyona hazırlamak olduğunu içselleştirmek gereklidir.
İşsiz mezunlar
2004 yılında 100 binin altında olan işsiz üniversite mezunu sayısı günümüzde maalesef 1 milyonu çoktan aşmış bulunuyor. Şu anda üniversite sisteminde bulunan 8 milyon civarında öğrencinin önemli bir kısmı önümüzdeki beş yıl içinde mezun olacak. 2025 yılında işsiz üniversite mezunu sayısı rahatlıkla 2 milyonu aşabilir. Geleceğimiz olan gençliğin işsiz kalıp mutsuz ve umutsuz olması, ülke için ciddi bir sosyal sorun. İşsiz üniversite mezunu sayısındaki hızlı artışın bence dört nedeni var.
- Ekonomimiz istihdam yaratamıyor
- Üniversite kontenjanları doğru planlanmıyor
- Üniversiteler iş dünyasının ihtiyaçlarını dikkate almıyor
- Öğrenciler bilinçsiz
Durum buyken, maalesef öğrencilerimiz üniversiteye girebilmek için geceli gündüzlü çalışıp kendilerini paralıyorlar ve verecekleri kararların hayatlarını değiştireceğini düşünüyorlar.
Üniversitelerde sistem çaresiz…